KONUYU OKU
ARAŞTIRMALAR (GÜNCEL KONULAR)
69- İlmin, Alimin Ve İlmi Çalışmanın Önemi

İlmin, Âlimin Ve İlmi Çalışmanın Önemi

 

            Allah, bilmediğini öğrenme, yazma ve öğrendiğini başkalarına aktarma yeteneğini ve şerefini yalnız insana vermiştir. Bu durumda bu nimeti bu lütfü en iyi şekilde kullanmalıdır.

İlim süreci uzun ve sıkıntılı da olsa, manevi yönden sonu baldan tatlı ve yaylalardan serindir.

İlim, kalbin gıdası ve kişilik için bir enerji kaynağıdır çünkü mal, daima bekçilik isterken, ilim ise bir başka madalya ve bir başka silah olup her ortamda sahibini koruyucudur.

Bileği güçlü olanlar bir veya birkaç kişiyi yense de, ilmi güçlü olanlar milyonlarca insanı etkileyebilirler. Çünkü ilim, cesaret ve güç kazandırırken cehalet, genellikle küstahlık sergiletir.

İlim, gençlikte dikilen ve sürekli meyve veren bir ağaca benzemektedir.

Güneşten veya ateşten uzakta kalanların üşüdüğü gibi, Kur’an’ın ilk emri “oku” olduğu halde faydalı ilimden uzakta kalanlar her an müstağnileşebilir ve kendi istikbalinin katili de olabilirler.

           Âlimin gurbeti olmaz, o her yerde insanlarla çabucak kaynaşırken, cahilliği ve tembelliği tercih edenler, öz diyarında ve en kalabalık ortamlarda bile hep gurbet hayatı yaşayabilirler.

Âlim yaşlandıkça sivil bir güç olurken, cahil ise yaşlandıkça hiç olmaktadır.

Âlim kitaplarıyla geleceğe seslenirken, ama cahil ise boş teneke gibi, ses verse de verecek bilgisi olmadığı için, anlamsız bir sesi duyulabilir. Öyleyse cehaletten aslandan kaçar gibi kaçmalıdır.

Artık çağımızda klasik bilgi de yetmiyor. Çünkü yüz kişinin yapamadığını bir makine yapabiliyor öyleyse makinelerin yapamadıklarını başarmak gerekiyor.

İlim de âlim de suya benzer. Su nereye akarsa orayı yeşerttiği gibi, ilmin ve âlimin de vardığı yerde mutlaka bir değişme ve gelişme olabilir.

 ilmi çalışmalar, ışığa benzer ki, ışık arttıkça gökte karanlıklar ve yerde de suçlar azalır,  

Âlimler engellense bile tohumlar gibi, toprağa girdikten sonra dal budak salar ve ilme ait meyvelerini verirler. Çünkü İmamı azam ve imamı Gazali de böyle olmuştur.

           Yarınlar, Allah’ın izniyle rahatlarına kıyabilenlerin olduğu için ilim, hem istemek hem de çalışmakla elde edilir çünkü yalnız istemekle olsaydı her isteyen âlim olurdu.

İlim le ilgili olarak geçmişe dönüp bir bakarsak;

1- Salim bin CaBen köleydim, beni alan adam özgür bırakınca ben de ilme çalıştım, âlim oldum. Krallar ziyaretime geldi, kabul edemedim” diyor. Demek ki mal bazısını ilahlık taslamaya götürse de gerçek bir ilim insanı inanmaya, itibara ve yalnız Allah’a kulluğa götürmektedir.

2- İmamı Gazali “Talebeliğimde param azalınca kafama ders girmezdi nihayet ilimde derinleşince ilmim Allah’tan gayrisini kalbimden dışarı attı” diyor.

3- Fatih Sultan Mehmet “İstanbul’u aldığıma seviniyorum ama âlim bir zat olan Ak Şemsettin’e talebe ve dost olmakla daha çok sevinç duymaktayım” demiştir.

4- Sevgili peygamberimiz de bir gün mescitte kalabalıktan dolayı yer bulamayan Hz. Ali’ye “Gel yanıma otur, çünkü büyüklerin kıymetini ancak büyükler bilir” buyurmuştur.

Tarih boyuca ilim, sahibine hep saygınlık kazandırmış, ilimsiz ve sözde meşhurların viranelerinde de tozlu, topraklı yeller esmiştir.

Yaşayan gafiller de her devirde yolunu kaybetmiş yolcular gibi, bir oraya bir buraya dolaşmaktadırlar. Hâlbuki ilim ava, ilmi öğrenmek ve yazmakta avlanmaya benzemektedir. Bunun dışındaki çaba sahipleri genellikle boşa yorulmaktadırlar. Buna karşı âlimler ise, tehlikelere ve dalgalara karşı yolculara ışık tutan, deniz fenerini andırmaktadırlar.

Unutulmamalıdır ki tarih boyunca ilim genellikle hükmeden, mal ise hükmedilen olmuştur.

İlim daima aşağıdan yukarı çıkarır, çoğaldıkça dostlar kazandırır ve Allah’a yaklaştırır. Faydasız bilgiler ve cehalet ise; Gurura ve kibire götürür ve er geç yukarıdan aşağı indirir ve bitirir. Bunun için âlimlik, büyük bir rütbedir.Öyleyse faydalı ilmi ve âlimi kimseyle mukayese etmemelidir.

          Biraz düşünürsek Kur’an, çok büyük bir şehri andırmaktadır. Büyük şehirleri rehberlerle daha çabuk gezip öğrendiğimiz gibi Kur’an’ı da iyi bilen rehberlerle daha çabuk öğrenebiliriz. Bunu başarmak için;

                       a- Arzuları yenmek,

                       b- Rahata kıymak,

                       c- Zorluklara karşı yılmamak,

                       d- Sıkıntılara katlanmak,

                       e- Geçim derdini pek büyütmemek,

                       f- Kendine güvenmek ve başaracağına inanmak gerekmektedir. Yoksa

                                   a- Arzularına yenilenler,

                                   b- Rahatına çok düşkün olanlar,  

                                   c- Çabuk usananlar,

                                   d- Zahmetlere katlanamayanlar,

                                   e- Geçim derdini çok büyütenler,                        

f- Kendilerine güvenmeyenler asla ilim adamı olamazlar, zira tembellerden hiç bir ünlü âlim çıkmamıştır.

 

             İlim konusunda bir de Batı dünyasına bakarsak bilim felsefesiyle uğraşanlar bilimle din arasındaki bağı devamlı koparmaya çalışmışlardır.

            1. Rudolf  Carnap’ın; Duyu ve deney dışında olan ve deneyle ispatlanamayan doğa ötesi dini bilgiler anlamsızdır ve terk etmelidir fikri; Özgür araştırmaya bir darbe olup, öğrencilere ölüm ötesini araştırmayın, ruhen beslenmeyin sürüne sürüne ölün ve robotlaşın demektir ki, bu eğitim ve öğretimde  bir talihsizlik olup bu felsefi düşüncenin ulaştığı birçok yerde, ilim adına kandırarak, vahyi araştıracak olanların da yolunu keserek, ebedi kayba sebep olmuşlardır.

             2. Reichenbach’ın; Olgusal dünya ile örtüşmeyen ve deneyi yapılamayan bilgiyi ve dini konuyu ele alamayız düşüncesi ile, bilgi üzerine zehir saçarak, hak ve batılı birbirine karıştırarak maneviyatsız özürlü bir eğitimle felsefi ve bilimsel çalışmaları, çıkmaz sokaklara  ve nesilleri de kaosa yöneltmiştir.

             3. T. Kuhn; bilgi, sistematik ve ilkeli olmazsa olmaz, bilgi paradigma (Dış dünyaya bakış açısını belirleyen çerçeve ve değerler dizisi) olarak devirlere ve şartlara göre güçlenir veya zayıflar, artık bir devirde bir paradigma bir toplumda doktrin veya eğemen düşünce iken zamanla  iflas ederse başka bir paradigma, bilimsel devrim şart olur, fikrini ileri sürmektedir. Hâlbuki beşeri fikirler ve ideolojiler insanın ürettiği birer kültürler olup yaşar ve ölürler, ama vahiy ise ilahi bir mesaj olup, insanın ürettiği bir kültür değildir ve çağlar üstü olduğu için, böyle gelip geçici de değildir.

             4. Tolmin, bilimde evrimi savunur. Güçlü bilgiler yaşar, zayıf bilgiler elenir. Örneğin çağın sorunlarına cevap veren, uyum sağlayan bilgiler yaşar yoksa silinir. Bu da beşeri düşüncelerle ilgili olup vahyi bilgiyle mukayese edilemez. Tam aksine vahye uyan yükselir, yoksa alçalır.

            5. Pozitivizmin kurucusu olan Auguste Comteu, tüm metafiziği yani öbür âlemle ilgili tüm bilgileri reddederek eğitim dışına itilmesini savunması ve buna karşı tabiattaki yasaları keşfederek tabiata ve geleceğe hükmedilebileceğini savunmuştur. Bir yanda metafiziği reddederken diğer yandan bilmeden Allah’ın tabiata koyduğu yasaları, ateist bir yaklaşımla tabiat yasası diye keşfetmeye ve vardığı fizik yasalarını aynen topluma dikte etmeye çalışmış ve ne acı ki materyalist düşüncelere ve toplumsal patlamalara ön ayak olmuş,fakat  materyalizm ise toplumların en az yüz yılını heba etmiştir.

            6. Emprizmin (Deneyciliğin) kurucusu J. Locke ve takipçilerinin, bilimsel ve hayat boyu kazandığımız deneyimlerin dışında bilginin olamayacağını savunmaları, bilginin alanını daraltmıştır ve maddeciliğe güç katmış olup bilerek veya bilmeyerek fikirlerinin ulaştığı yerlerde vahyin araştırılmasına onlar da set çekmiş oldular.

            7. Pragmatizmin kurucularından W. Cames ve J. Dewey’in faydalı ve başarılı olan, menfaat sağlayan her şey iyidir yoksa iyi değildir fikrini ölçü yapıp haram ve helal düşünmeden hayatın her alanına çıkar açısından bakmalarıyla ve ne acı ki bu fikrin yerleştiği yerlerde akrabalık, kardeşlik ve arkadaşlık ve Allah için hizmet duygularının bile zayıfladığı görülmektedir. Hâlbuki Ebu Davud ve İbni Mace’nin Ebu Hüreyre’den rivayet ettiği hadiste “Allah için yapılması gereken ilmi, sırf dünya menfaati sağlamak için kullananların, cennetin kokusunu bile duyamayacakları” bildirilmiştir.

            8. Husserl ve Scheler’in öncülüğünü yaptığı Fenemenoloji (Bilinebilen varlığın) göründüğü şekliyle incelenmesi, onu kendi yapan özünün araştırılması, buna karşı tarih, ide ve dinin konu dışına itilmesi fikri aslında tahrif edilmiş Hiristiyanlık ve Yahudilik için söylenmişse de İslam coğrafyası için tercüme yapanlar veya canı böyle isteyenler, bu haliyle söylemlerini İslam’a karşı yapmış oldular

            9.a)Charles Darwin evrim teorisi ile;Tin suresi.4”Biz insanı en güzel biçimde yarattık” beyanını çamurla perdeleme küstahlığında bulunmuştur.

               b)E.Dürkheim’in dini vahiy değil de, toplumun ürünüdür iddiası, nice zihinleri kirletmiştir

               c)Zariyat suresi 56 da,Yaratılışın amacı kulluk olduğu bildirilirken, Sigmund Freud’un hayatın amacını cinsellik  olarak görmesi ve iddia etmesi etkilediği toplumlarda ve ne acı ki ülkemizde yaşamda ve  eğitimde ilmin ikinci, cinselliğin ise ön plana geçmesinde etkili olmuştur

            Hâlbuki bunlar için Kur’anda şöyle buyruluyor: 

Bakara Suresi 11 - Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.12 - İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.

 

            Sonuç olarak dikkat edersek; Kur’an’dan ahlaktan ve edepten uzak bir eğitim ve öğretim nerede olursa olsun, üstün yaratılan insanı kulluk amacından saptırarak, zihnini batıl ideolojilerle kirletmekte, vücudunu haramlarla yıpratmakta, koca bir ömrü veya nesli israf ettirmektedir. Bu nedenle günümüzde yüreği yanan her kes ve bilhassa fen bilimleri alanında kariyer yapanlar, aynı zamanda Kur’an’ı da çok iyi araştırarak ve Kur’an’dan ilham alarak fen bilimlerini yeniden temellendirerek bu ilmi ateizmin pençesinden kurtarmalıdırlar. Çünkü ilim, inanmayı ve ibadeti gerektirirken, maneviyatsız bir eğitim ve öğretim; Dinden uzaklaşmayı, makamı ve serveti arttıkça gururlanmayı, nimetlere şükretmemeyi halktan kopmayı artırmaktadır. Halbuki güneş yükseldikçe buzların eridiği gibi, iman ve ilim arttıkça da insan yücelir ve Allahın izniyle  bu tür toplumlara huzur ve mutluluk gelir.