BİLGİ
TEORİLERİ VE VAHYİN İNCELENMESİ
BATI
DÜŞÜNCESİNİ OLUŞTURAN BİLGİ TEORİLERİ
Bilgi,
obje (varlık) ve süje (insan) arasında kurulan bağa
denir.
Felsefe tarihinde önemli bir alan olarak bilginin
kaynağı, değeri ve sınırı üzerinde durulduğunu görürüz. Bu konuda;
1-
Şüphecilerden Pyrrhon MÖ (361–270) “yargıdan kaçmalı”, talebesi olan Timon
“nesnelerin yapısı bilinemez” diyerek şüphe
etmeyi amaç haline getirmiştir.
Not:
Şüphecilik MÖ üçüncü yüzyılda Pyrrhon ile başlayıp MS Helenistik Roma dönemi
ikinci yüzyıl Scktus Emprikus’a kadar devam etti. Felsefenin doğuşunda merak
düşünme şüphe ve eleştirme olduğu gibi şüphecilerin de temelinde düşünme, şüphe
ve askıya alma vardır. Bu da insanı körü körüne bir şeye saplanmaktan koruduğu
halde, nesneleri kavrayamayız, ölüm ötesini de bilemeyiz, bu nedenle nesnelere
ve metafiziğe karşı yargıdan kaçalım ki huzura kavuşalım, hayattan murat alalım
derken, gerçeklerin de araştırılmasının önüne set çekmişlerdir. Tedirginlik
veren şeylerden kaçalım derken zevk, sefa, eğlenceyi ve mutlu azınlığı ön plana
geçirmişlerdir. Bu da kulluk için yaratılan insanı ibadet yolundan çevirerek
cehalet bataklığında mutluluğu aramaya itmiştir. Bir kısım şüpheci insanları da
bilgi konusunda ya deneyciliğe ya da din konusunda Hıristiyanlığa yönlendirerek
gerçeği bulacağına inanan akılcılığı yıkmaya çalışmışlardır.
2- Eski
Yunan’da bilge kabul edilen sofistlerden Protagoras MÖ (480–410) Herkes için
geçerli mutlak bilgi olamaz. Gorgias MÖ (483–371);
Hiçbir şey yoktur, olsa bilemeyiz, bilsek de
bildiremeyiz demekle aşırı şüpheciliği başlatmıştır.
3-
Rasyonalist yani akılcı filozof Sokrates MÖ (469–399) şüpheciliğe karşı gelerek;
varlığın bilgisi, dürüstlük, adalet ve iyilik gibi bilgi ve erdemlerin;
öğrenerek değil de doğuştan geldiğini,
bu doğuştan gelen ve uyumakta olan bilgiler akıl
yürütecek evet veya hayır dedirtecek sorularla ortaya çıkartılacağını savunur.
Öğretmen yeni bir şey öğretmez sadece bilginin doğmasını sağlar.
Nahl 78-
Siz hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı ve size
kulaklar, gözler, kalpler verdi ki (iman edip) şükredesiniz.
Ayeti ile bilgilerin doğuştan geldiğini değil
yeteneklerin doğuştan geldiğini anlamaktayız.
4- Platon
MÖ (429–347) Kesin bilginin duyularla değil akıl ile
kavranacağını, bunların da ancak ideaların bilgisi olduğunu savunur.
Görünen âlem değiştiği için bilinemez ama görünenlerin ötesindeki
duyular üstü gerçekler âlemi
bağımsız, özgür bir akılla kavranabilir.
5- Aristo
MÖ (384–322) Bilgiyi, mantığı kullanarak aklın
üretebileceğini savunur. Yani tümelden tekili çıkarır. Örneğin tüm
insanların ölümlü oluşundan tek insanın da ölümlü olduğunu çıkarması gibi.
Not: Orta
çağda skolâstik batı felsefesi, Hıristiyanlığı savunmaya ve temellendirmeye
çalıştı. Bilimsel çalışmaları engizisyonla engellemeye çalışırken İslam
coğrafyasında Harezmî İbni Türk, Farabi, İbni Sina ve Gazali ve İbni Rüşd,
Sühreverdi, Yusuf Has Hacip, Nizamül Mülk, Mevlana ve Yunus Emre’nin Kuran ve
Hadis kaynaklı fikirleri bilgi, varlık ve ahlak alanında altın çağını yaşadı. Bu
düşüncelerden bilimsel yönden etkilenen batılı araştırmacılar Rönesans ve
Reformu başlattılar. Bilim teknik, tıp, hukuk, siyaset, astronomi, tarım vs. her
alanda seferberlik başlattılar. Maddede kazandılar. Ama manada kaybettiler.
Çünkü daha önce Hıristiyanlık taassubu bu çalışmaları engellediği için
Hıristiyanlığa olan öfkelerinden dolayı Müslüman düşünürlerle içten içe
tanışmayıp hem kendilerini hem takipçilerini zarara uğrattılar.
6-
Descartes (Dekart) (1590–1650) Önce her şeyden kuşku
duyarak başlar sonra insan zihninde doğuştan düşüncelerin bulunduğunu
iyi yönetilen zihnin metotlu şüpheyi araç edinerek matematik gibi açık ve seçik
genel geçer bir bilgiye ulaşacağına inanır. Sebep
ve sonuç zinciri ile de Allah’a ulaşılacağını savunur.
7- Hegel
(1770–1831) Deneye başvurmadan varlığa yönelerek, varlığı düşünerek nesnenin
gerisindeki ideayı düşünüp
akla uygunsa kavrayarak ve diyalektik yaparak
bilgiye kavuşulacağına inanır.
8- Emprist
filozof John Locke (1632–1704) bilgiler, duyu ve
deneyimlerden gelir. Zira zihni boş levhaya benzetir. Duyu ve
deneyimin verileri bu boş levhaları doldurur. İç ve dış algı bilgilerin kaynağı
olur. Karşılaştırma, soyutlama ve tasavvurlar arası bağ kurabilme bilginin
pekiştiğini gösterir.
9- Davit
Hume (1711–1776) Emprizmi daha ileri götürür. Tüm
bilgilerin kaynağı izlenimlerdir der. Bu Emprist deneyci anlayış
geleneği bilimselliği adeta din haline getirmiştir.
Vahyi deneysel görmedikleri için kabul etmezler.
Bu da materyalizme güç katmıştır.
10-
Pozitivizm: A. Comte (1798–1857) Gözlem ve
deneyin dışındaki alanları ve bilgisini reddeder.
Tabiattaki değişmez yasalar ancak deneyle bilinir.
Bunun dışında görülmeyeni yani metafiziği
reddederek ahiretle ilgili bilgileri lüzumsuz görerek
ateizme öncülük yapmıştır.
11-
Sezgicilik: Bergson (1859–1941) Tabiatta sürekli bir akış olduğu için akılla
kavrayamayız. Ancak varlığı bir bütün olarak sezgi
ile kavrayabiliriz.
12-
Kritisizm: Temsilcisi Kant (1724–1804) olup önce
bilgiyi inceler ve kritiğini yapar. Akıl
ancak tecrübelerle olaylar dünyasını bilebilir. Bilginin deneyden
doğmadığını ve deneyin bilginin ham maddesi olduğunu ve bu deneyin verileri
duyular aracılığıyla zihne gelir. Zihin kalıplarında işlenerek bilgi haline
dönüşür.
13- Karl
Marks (1818–1883) ve Fransız Lametri (1709–1751) her
şeyin maddeden olduğunu, bu maddenin çatışma ve çelişmelerden geçerek
bütün varlıkları oluşturduğunu ve maddeden
bağımsız düşünmenin saçma olduğunu savunmuşlardır. Özellikle Marks
dini afyon olarak görmüştür. Onun yolunda oluşan Marksizm Demirperde ülkelerinde
yaklaşık 100 milyon insanın heder olmasına ve insanlığa da yine 100 yıl
kaybettirmeye neden olmuştur.
14-
Nietzsche (Niçe) (1844–1900) felsefesine Darvin’in teorilerini temel yaparak
zayıf türlerin güçlü türlere yem olacağını, güçlü
türlerin egemenlik hırsıyla savaşarak ayakta kalabileceklerini savunur
ve ahlak, eşitlik ve barış gibi manevi
değerlerin egemenlik ve hükmetme mücadelesine ayak bağı olacağını zannederek
dini değerlerle savaşmıştır.
Not: Eğer
Niçe’ye uyar, insanlardan iman ve ahlaki değerleri engellerseniz Allah korusun
insanlar, sırtlanlar gibi saldırganlaşırlar ve hayat cehenneme döner.
15- Fransız
Sartre (1905–1980) İnsanın yaratılmadığını fakat var olduğunu
ve özünü oluşturduğunu, Ateist bir anlayışla
kendini nasıl yaparsa öyle olur. Kendini ne yapacaksa o olur diyerek.
Taş veya kazma değişmez ama insan değişir ve gelişir
iddiasındadır.
Bu Tür Fikirlere Karşı
Kur’an’da
Tur 35-
Yoksa kendileri Halik’sız mı yaratıldılar? Yoksa onlar (kendi nefislerini)
yaratıcılar mıdırlar? diye sorulmaktadır.
VAHYİN İNCELENMESİ
Vahiy
Nisa 163-
Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere
vahyettiğimiz gibi (Habibim) sana da
vahyettik ve yine İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, Yakup’un
evlatlarına, İsa’ya, Eyüp’e, Yunus’a, Harun’a, Süleyman’a da vahyettik ve
Davut’a Zebur’u verdik.
Vahyin Geliş Şekilleri
Şura 51-
Hiç bir insan yoktur ki Allah’ın onunla (doğrudan
doğruya) konuşması olsun
ancak vahiy ile yahut
perde arkasından yahut bir peygamber gönderip
de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi suretiyle olur. Çünkü O, çok
yücedir, hikmet sahibidir.
Vahyin İlk Gelişi
Alak 1- (Ey
Resulüm, besmele getirerek) Rabbinin adı ile (Kur’an’ı)
oku ki (her şeyi) o yarattı.
2- İnsanı bir kan pıhtısından
yarattı. 3- Oku... Senin Rabbin nihayetsiz
kerem sahibidir. 4-
Ki O, kalem ile (yazıyı) öğretti,
5- İnsana
bilmediği şeyleri öğretti.
İkinci gelen vahiy
Müddesir 1-
Ey (elbisesine) bürünen Peygamber! 2-
Kalk da (kavmini Allah’ın azabı ile) korkut
(iman etmezlerse azaba uğrayacaklarını kendilerine haber ver).
Kur’an’ın geliş zamanı
Duhan 1-
Ha, Mim. 2- (Haram ile helâli açıklayan,
ifadesi) parlak Kitap; Kur’an hakkı için 3-
Gerçekten biz, onu,
mübarek bir gecede (Kadir gecesinde) indirdik.
Çünkü biz, (Kur’an’ın hükümleri ile) korkutanız.
Vahyin Bir Ara
Kesilmesi
Meryem 64-
(Cenabı Hak’tan vahiy getirmekte olan Cebrail’in bir aralık gecikmesinden
endişelenen Resulullah Efendimize, Cebrail şöyle hitap etmiştir):
Biz, senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz.
Önümüzdeki ve ardımızdaki (bütün geçmiş ve gelecek şeyler) ve bunların
arasındakiler hep O’nundur. Rabbin de (seni)
unutmuş değildir.
Cebrail’in Görünerek Vahiy Getirmesi
Necm 3- O
hevadan (kendi nefsinden) söylemiyor.
4- Kur’an sade bir vahiydir ancak vahyolunur.
5- O’na, kuvvetleri pek çok olan (Cebrail) öğretti.
6- Öyle ki görünüşü güzel olup hemen hakiki
şekli üzere doğruldu, 7- Ve o (Cebrail)
yüksek ufukta idi. 8- Sonra (Cebrail,
Hz. Peygambere) yaklaştı da sarktı.
9- (Böylece Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar yahut
daha az oldu. 10-
(Cebrail) vahyetti Allah’ın kuluna vahyettiğini!...
11- (Hz. Peygamber, miraçta gözü
ile) gördüğünü, kalbi tekzip etmedi. 12-
Şimdi siz Peygamberin o görüşüne karşı, onunla mücadele mi ediyorsunuz?
13- Yemin olsun ki o (Cebrail’i hakiki
suretinde) bir daha da (miraçtan) inerken gördü, 14-
Sidretü’l Münteha’nın (yedinci göğün) yanında... 15-
(Takva sahiplerinin barınağı olan) Meva Cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.
Not:
Peygamber hevasıyla değil vahiyle konuşuyor. Hâlbuki filozoflar ya bilgi, ya
tecrübe ya da tahminle doğru veya yanlış fikirler yürütüyor. Ancak Peygamber
vahiyle yol gösterdiği için yanılması mümkün değildir. Bu nedenle bizlerde
filozofların değil de peygamberin getirdiklerini tercih etmeliyiz.
Kıblenin Kâbe’ye
Çevrilmesi
Bakara 144-
(Ey Resulüm, vahyimin gelmesi için) yüzünün göğe doğru aranıp durduğunu
görüyoruz. Bunun için seni razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz.
Şimdi yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir.
Ey müminler, siz de her nerede olursanız yüzünüzü,
namazlarda o Mescidi Haram tarafına çevirin. Şüphe yok ki kendilerine
kitap verilenler, bu kıble çevrilişinin Rableri tarafından hak olduğunu
bilirler. Allah ise onların inkârlarından ve yapacaklarından gafil değildir.
Hz. Âdem’e Varlıkların
İsimlerin Öretilmesi
Bakara 31-
Allah, Hz. Âdem’e bütün isimleri öğretti.
Sonra eşyayı meleklere gösterip “Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sadıklarsanız
bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu.
Nuh Tufanı Bitince
Hud 44-
Allah’ın emri olarak
“Ey arz! Suyunu yut ve ey gök! Yağmuru tut” denildi.
Su çekildi ve iş bitirildi. Gemide Cudi dağı üzerinde kararlaştı ve “Zalimler
helâk olsun” denildi.
Hz. İbrahim’in
isteğine karşı diriliş muzicesi
Bakara 260-
Bir vakit İbrahim şöyle demişti: Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin? Bana
göster. Allah: Ölüyü dirilttiğime inanmadın mı? buyurdu. İbrahim: Evet, inandım,
fakat kalbim tam yatışsın diye sordum, dedi. Allah
(Teâlâ) buyurdu ki kuşlardan dört cins tut ve iyice gözden geçirdikten sonra
kendi elinle parçala ve her dağ başına onlardan birer parça koy.
Sonra onları çağır, koşarak sana geleceklerdir.
Bil ki Allah, dilediği her şeyde galiptir,
hikmet sahibidir.
Ateşe verilen emir
Enbiya 68-
(Nemrut ve kavmi şöyle) dediler: Bunu (İbrahim’i) yakın da İlâhlarınızın öcünü
alın eğer bir iş yapacaksanız... 69-
(Kudret sahibi olan) biz de dedik ki:
Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selâmet ol.
Hz. Musa’nın annesine
verilen ilham
Kasas 7-
Musa’nın anasına şöyle ilham ettik: Bu çocuğu
(Musa’yı) emzir sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil nehrine)
bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılığından kederlenme.
Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve
kendisini peygamberlerden yapacağız.
8- Bunun üzerine (Musa bir müddet
emzirilip Nil nehrine atıldıktan sonra) Firavun’un adamları onu bulup aldılar.
Çünkü ileride kendilerine bir düşman ve bir üzüntü olacaktı. Doğrusu Firavun,
(veziri) Haman ve askerleri hep günahkârdılar.
Medyen Mısır Yolu
Üzerinde Mukaddes Vadi Tuva’da Allah (cc) Hz. Musa’ya Hitaben
Taha 13-
(Ey Musa) ben, seni Peygamberliğe seçtim. Şimdi
(sana) vahyolunacak şeyleri dinle. 14-
Gerçekten ben, Allah’ım.
Benden başka hiç bir ilah yoktur.
Onun için bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.
15- Çünkü kıyamet muhakkak
gelecektir. Onun vaktini kullardan gizliyorum ki herkes yaptığı iş karşılığında
cezalansın (iyi ise mükâfat, kötü ise azap görsün).
16- O halde, sakın kıyamete inanmayıp kendi nefis arzusuna uyan
kimse, seni ona iman etmekten alıkoymasın sonra helâk olursun.
17- Şu sağ
elindeki ne? Ey Musa!
18- Musa şöyle
dedi: O benim asam (değneğim), ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim
ve benim onda başka hacetlerim de var. 19-
Allah buyurdu ki: Onu yere bırak.
20- Musa da onu
bıraktı, bir de ne görsün! O bir yılan olmuş gidiyor.
21- Allah
buyurdu ki: Tut onu, korkma. Biz onu evvelki haline çevireceğiz.
22- Bir de,
diğer bir mucize olmak üzere elini koynuna koy ki kusursuz olarak bembeyaz
çıksın. 23-
Bunları, sana en büyük mucizelerimizden (bir kısmını)
gösterelim diye yaptık.
Hz. Musa’ya verilen
bir mucize
Bakara 60-
Ve bir vakit Musa (susuz kalan) kavmi için su dilemişti.
Biz de “asan (değneğin) ile taşa vur” demiştik.
Onun üzerine, o taştan on iki göze kaynadı, çıktı.
Her soy, su alacağı kaynağını bildi. Allah’ın size olan rızkından yiyin,
için! Fakat kötülük ederek yeryüzünü fesada vermeyin.
Allah cc ile Musa
arasında vasıtasız konuşma
Araf 143-
Musa, kendisiyle konuşacağımızı vaat ettiğimiz vakitte gelince Rabbi ona
kelâmını (vasıtasız olarak) söyledi. (Musa) şöyle
dedi: Rabbim! Cemalini bana göster, sana bakayım.
Allah: Beni hiç bir zaman göremezsin fakat şu dağa
bak eğer o, yerinde durursa sen de beni görürsün, buyurdu.
Nihayet Rabbi, o dağa tecelli edince onu yer ile bir etti. Musa da
bayılarak yere düştü. Sonra ayılınca şöyle dedi: Allah’ım! Seni tenzih ederim.
(Dünyada seni görmeyi istemekten) tevbe ettim ve ben, müminlerin (buna
inananların) ilkiyim. 144-
(Allah şöyle) buyurdu: Ya Musa! Ben, (seni) peygamber
göndermemle ve (seninle vasıtasız) kelâm etmemle seni asrının insanları üzerine
seçtim. Şimdi şu sana verdiği emir ve
yasakları al da şükredenlerden ol.
Hz. Eyüp’e şifa için
verilen emir
Sad 41-
Kulumuz Eyüp’ü da hatırla. Hani o, Rabbine şöyle nida etmişti: Gerçekten şeytan,
beni zorluk ve eleme uğrattı. 42-
(Kendisine) “Ayağınla yere vur” dedik.
İşte hem yıkanacak, hem içecek serin bir su!... (Yıkan ve iç, yorgunluğun ve
hastalığın geçsin).
Arıya verilen emir
Nahl 68-
Senin Rabbin, bal arasına da şöyle vahyetti:
Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları
kovanlardan kendine evler edin.
69- Sonra
meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana has kıldığı (şaşırmayacağın) yayılım
yollarına çık. O arıların karınlarından renkleri muhtelif bal çıkar
ki onda insanlar için şifa vardır. Doğrusu bunda da düşünecek bir topluluk için
(Allah’ın hikmet ve emrine delâlet eden) büyük bir alâmet var.
Hz. Meryem’e yapılan
teselli ve ilham
Meryem 22-
Nihayet (Cebrail’in üfürmesiyle Meryem) İsa’ya gebe kaldı ve bununla uzak bir
yere çekildi. 23- Sonra doğum sancısı onu
bir hurma ağacına dayanmaya götürdü, “Ah nolaydım! Bundan önce öleydim de
unutulmuş gitmiş olaydım” dedi. 24-
(Cebrail, yüksek bir yerde bulunan) Meryem’e aşağı
tarafından şöyle çağırdı: Sakın üzülme, Rabbin
senin alt yanında bir su arkı yarattı. 25-
Hurmanın da dalını kendine doğru silkele, üzerine
devşirilmiş taze hurmalar dökülsün. 26-
Artık ye, iç, gözün aydın olsun.
Eğer insanlardan birini görürsen
“Ben Rahman’a (Allah’a) bir oruç (susmak) adadım. Onun için bugün hiç kimseye
asla söz söylemeyeceğim” de.
İnsana, şeytan veya
melek tarafından yapılan ilham
Şems 8-
Sonra da ona kötülük ve takvayı
ilham edene yemin olsun ki
9- Elbette nefsini temizleyip parlatan
kurtulmuştur. 10- Onu kirletip gömen de
ziyan etmiştir.
Sonuç olarak:
Yukarıdaki düşünürler ya profesörlük yaparak, ya
eserler yazarak yaşadığı çağda idarecilikle ünlü olmuş ve fikirleri birçok
insanı etkilerken, bunun yanında Hz. Âdem’den beri peygamberler ve getirdikleri
vahyi bilgi ve düşüncelerle birçok insanın hidayetine sebep olmuşlardır.
Batı dünyasına ise bazı istisnalar hariç
genellikle bu felsefi fikirler yön vermiştir. Bu fikirlerin bir kaçı hariç
ekseriyeti vahye dayalı doğru bilginin öğrenilmesine set çekmiştir. Çünkü
yeniçağda evreni ve insanı konu edinen bilimciler ilahi sanatı görüp iman etmesi
gerekirken ya İslam’ ı tam duymamış, duysa da pek ilgilenmemiş, Hıristiyanlığın
da:
1- Hz. İsa
herkesin günahını yüklenmek için çarmıha gerildi
2- Allah’a
evlat isnadı ve Allah-Meryem-İsa üçlemeleri
3- Hz. Âdem
ve Havva’nın cennetten kovulma suçunun affı için kiliseye sığınalım çağrısı
çıkmazlarına ve mantıksızlığına bakıp ondanda uzak durmuşlar buna rağmen fizik
ve metafizik konularında da fikirler yürütmüşlerdir. Vahyi tam olarak
incelemediklerinden hakkı maalesef keşfedip yansıtamamışlardır. Şimdikiler de
onları takip etmektedir. Hâlbuki gerçek ilim aslında inanmayı gerektirir.
Tüm insanlara gerçeği duyurmak için: Bütün fen ve
sosyal bilimler yeniden Kur’an doğrultusunda gözden geçirilmeli ve bilim
İslamileştirilmelidir. Yoksa Ateist doğrultuda veya tabiatı ilahlaştıran eserler
okutulduğu müddetçe insan israfının önüne geçilemeyecektir. Bu nedenle İslam’i
ülkelere, cemaatlere ve müslüman bilim adamlarına geleceğin neslini kurtarmak
için bu konuda çok büyük görevler düşmektedir. Çünkü Kur’an’ı ve peygamberi tam
araştırmadan kariyer sahipleri bile hakkı bulamamaktadırlar. Hâlbuki akıllarını
kullanıp gerçeği bulsunlar diye Allah kitap ve peygamber göndermiştir.